Mevzuat.com

Mevzuat ve Yargı İçtihatları İçin Başvuru Kaynağı


   

Anayasa Mahkemesinin E: 2002/100, K: 2004/109 Sayılı Kararı (13/4/1994 Tarihli ve 3984 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapan 15/5/2002 Tarihli ve 4756 Sayılı Kanun ile İlgili)

Dokümanın Başlığı
:
Anayasa Mahkemesinin E: 2002/100, K: 2004/109 Sayılı Kararı (13/4/1994 Tarihli ve 3984 Sayılı Kanunda Değişiklik Yapan 15/5/2002 Tarihli ve 4756 Sayılı Kanun ile İlgili)
Kanun / Karar No
:
Kabul Tarihi
:
1 Kasım 9999
Resmi Gazete Tarihi
:
4 Ağustos 2006
Resmi Gazete Sayısı
:
0
Resmi Gazete Görüntüsü
:


4 Ağustos 2006 CUMA

Resmî Gazete

Sayı : 26249

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:

Esas Sayısı: 2002/100

Karar Sayısı : 2004/109

Karar Günü: 21.9.2004

İPTAL DAVALARINI AÇANLAR :

1- Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER

2- Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri

Yasin HATİPOĞLU, Mehmet Ali ŞAHİN,

Salih KAPUSUZ, Mustafa KAMALAK

veUluçGÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili

3- Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Salih KAPUSUZ,

Yasin HATİPOĞLU, Ömer Vehbi HATİPOĞLU,

Mehmet Ali ŞAHİN ve Mustafa KAMALAK ile birlikte

111 Milletvekili

İPTAL DAVALARININ KONUSU :

13.4.1994 günlü, 3984 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun"un kimi maddelerini değiştiren 15.5.2002 günlü, 4756 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un

1-2. maddesiyle değiştirilen 13.4.1994 günlü, 3984 sayılı Kanun'un 4. maddesinin ikinci fıkrasının:

-(b) bendinin"veya toplumda nefret duyguları oluşturan"bölümünün,

-(k) bendinin"veya korku salacak"bölümünün;

-(r) bendinde yer alan"ile ilgili"sözcüğünün,

- (v) bendinde yer alan"Yayınların karamsarlık, umutsuzluk... eğilimlerini körükleyici ... nitelikle olmaması"bölümünün,


2-3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 6. maddesinin birinci fıkrasının(a), (b), (c)ve(d)bentlerinin,

3-5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 9. maddesininson fıkrasının,

4-7. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 12. maddesinin birinci fıkrasının(d) bendinin,

5-8. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 13. maddesinin birinci fıkrasında yer alan"33 üncü maddede belirtilen idari para cezaları da cezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir"bölümünün,

6-10. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 24. maddesininbirinci, ikinciveüçüncü fıkralarının,

7-12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 28. maddesinin altıncı fıkrasının vesekizinci fıkrasınındördüncü tümcesinde yer alan "tazminat miktarı on milyar liradan az olmamak üzere" ibaresi ile altıncı tümcesinde yer alan "tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi detayin eder ve ..." ibaresinin,

8-13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 29. maddesinin(d) ve (e) bentlerinin,

9-14. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un31. maddesinin,

10- 16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 33. maddesininbirinci, ikinci ve beşinci fıkralarının,

11-17. maddesiyle 3984 sayılı Kanun'a eklenenEk Madde 1,Ek Madde 2, Ek Madde 3'ün birinci fıkrasının(b) bendinin,

12-18. maddesinde yer alan"8 inci maddesinin (a) bendi ile..."ibaresinin,


13-19. maddesiyle değiştirilen 15.7.1950 günlü, 5680 sayılı Basın Kanunu'nun 16. maddesininbirinci fıkrasının (1) numaralı bendinin,

14-20. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Kanun'un 17. maddesinin birincifıkrasının iki ve dördüncü tümcelerinin,

15-22. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Kanun'un20. maddesinin,

16-5680 sayılı Kanun'un kimi maddelerindeki para cezası miktarlarını değiştiren25. maddesinin,

17-Geçici 4.maddesinin,

Anayasa'nın Başlangıç'ı ile 2., 5., 10, 13., 15., 26., 28., 29., 30., 38., 87., 133., 141., 166. ve 167. maddelerine aykırılığı savıyla iptalleri ve kimi maddelerinin de yürürlüklerinin durdurulması istemidir.

I- İPTAL VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMLERİNİN GEREKÇELERİ

İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER tarafından verilen21.5.2002 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

"l- 4756 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın 4. maddesinde, radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkelerine yer verilmiştir.

Anılan maddenin ikinci fıkrasının,

-(k) bendinde, "...korku salacak yayın yapılmaması",

- (v)bendindede"Yayınların karamsarlık,umutsuzluk, ...eğilimlerini körükleyici ... nitelikte olmaması",

yayın ilkeleri arasında sayılmıştır.


a- Anayasa'nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, hiç kimsenin yasanın suç saymadığı bir eylemden dolayı cezalandırılamayacağı; üçüncü fıkrasında da, ceza ve ceza yerinegeçecekgüvenlik önlemlerinin ancak yasayla konulabileceği kurala bağlanarak, ceza hukukunun temeli olan "kanunsuz suç ve ceza olamayacağı" ilkesi benimsenmiştir.

Bu ilkenin gereği olarak, yasaklanan ve yaptırım öngörülen eylemlerin öğelerinin yasada açık biçimde belirtilmesi ve bu eylemlerin, kuşkuya yer bırakmayacak belirginlikte düzenlenmesi zorunludur.

Oysa, yukarıda belirtilen bentlerde düzenlenen yayın ilkeleri, başka bir anlatımla yasaklar açıkça tanımlanmamış, içeriği tartışmalı genel kavramlarla anlatılmıştır.

Gerçekten, bir yayının korku salacakyada karamsarlık ve umutsuzluk eğilimlerini körükleyici nitelikte olması kişilere göre değiştiğinden bu ilkeler, belirgin ve açık olmayan, nesnel içerikten yoksun ve soyut ilkelerdir.

Üstelik, 3984 sayılı Yasa'nın 4756 sayılı Yasa ile değişik 33. maddesinde, yukarıda belirtilen ilkelere aykırı olarak yapılan yayınlar için uyarıdan, programın yayından kaldırılmasına, yayın ilkesi ihlalinin yinelenmesi durumunda yüksek tutarlarda idari para cezasına ve son aşamada yayının durdurulmasına kadar varan ağır yaptırımlar öngörülmüştür. Bu tür ağır yaptırımların yargı organlarıncahükmolunancezalarla benzer etki ve sonuç yaratacağı kuşkusuzdur.


Bu nedenle, söz konusu bentlerdeki anılan kurallar, Anayasa'nın 38. maddesindeki "kanunsuz suç ve ceza olamayacağı" ilkesine aykırı düşmektedir.

b- Anayasa'nın 12. maddesinde, herkesin, kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtilmiş; 26. maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile 28. maddesinde düzenlenen basın özgürlüğüne temel hak ve özgürlükler arasında yer verilmiştir.

Anayasa'nın 26. maddesinde, herkesin, düşünce vekanaatlarınısöz, yazı, resimyada başka yollarla tek başınayada toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu; bu özgürlüğün, resmi makamların müdahalesi olmaksızın haberyada görüş almakyada vermek serbestliğini de kapsadığı vurgulanmıştır.

Yine, Anayasa'nın 28. maddesinde, basının özgür olduğu belirtilmiş; Devlet'e basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alma görevi verilmiştir.

Öte yandan, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile basın özgürlüğünün sınırları Anayasa'nın 26. ve 28. maddelerinde gösterilmiştir. 26. maddenin değişik ikinci fıkrasına göre, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanılması, ulusal güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyet'in temel nitelikleri ve Devlet'in ülkesi ve ulusuyla bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak yöntemince belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret ve haklarının, özel ve aile yaşamlarınınyada yasanın öngördüğü meslek sırlarının korunmasıyada yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlandırılabilecektir. 28. maddesinde de, basın özgürlüğünün sınırlandırılmasında 26. madde kurallarının uygulanacağı belirtilmiştir.


Bu anayasal kurallar, basın ve yayın kuruluşlarının, yukarıdaki sınırlamalar dışında, halkın haber alma özgürlüğüne uygun çalışma koşullarında hizmet vermelerini gerektirmektedir.

Oysa, yukarıda da belirtildiği gibi açık, belirgin ve nesnel olmayan ilkelere uyulması zorunluluğu, yayın kuruluşlarında tedirginlik yaratacağından, radyo ve televizyonların doğru ve yansız yayın yapmalarına, yurt ve dünya gerçeklerinin halka duyurulmasına engel oluşturacaktır. Böylece, toplumun doğru ve yansız haber alma hakkı zedelenmiş olacaktır.

Bu nedenle, anılan bentlerdeki düzenlemeler Anayasa'nın 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallarla da bağdaşmamaktadır.

2- 4756 sayılı Yasa'nın 3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın 6. maddesinin birinci fıkrasında;

"Üst Kurul, en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu veya özel kuruluşlarda en az on yıl görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye, deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş kişiler arasından;

a- Siyasi parti gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda gösterilecek ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş,

...


Kişiden olmak üzere 9 üyeden oluşur."; 4756 sayılı Yasa'nın geçici 4. maddesinde de,

"Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun Türkiye Büyük Millet Meclisince seçilecek beş üyesi, siyasi parti gruplarınca Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanı oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına, ... bu Kanunun yayımı tarihinden itibaren bir ay içinde bildirilir. Siyası parti gruplarınca gösterilen adayların; Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca işaret oyuyla ayrıayrıoylanmaları suretiyle seçimleri yapılır. Seçilemeyen adaylar yerine ilgili siyasi parti gruplarınca yeni adaylar bildirilir."

denilmektedir.

Görüldüğü gibi, 3984 sayılı Yasa'nın 4756 sayılı Yasa ile değiştirilen 6. maddesinin birinci fıkrasında, dokuz üyeden oluşan Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'nun beş üyesinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce seçilmesi öngörülmekte; 4756 sayılı Yasa'nın geçici 4. maddesinde de, yapılacak ilk seçimin yöntemi belirtilmektedir.

Anayasa'nın değişik 87. maddesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkilerinin, yasa koymak, değiştirmek ve kaldırmak; Bakanlar Kurulu'nu ve bakanları denetlemek; Bakanlar Kurulu'na belli konularda yasa gücünde kararname çıkarma yetkisi vermek; bütçe vekesinhesapyasa tasarılarını görüşmek ve kabul etmek; para basılmasına ve savaş ilânına karar vermek; uluslararasıandlaşmalarınonaylanmasını uygun bulmak; Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun kararı ile genel ve özel af ilânına, mahkemelerce verilip kesinleşen ölüm cezalarının yerine getirilmesine karar vermek ve Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanmak ve görevleri yerine getirmek olduğu belirtilmiştir.


Görüldüğü gibi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkileri 87. maddede tekteksayılmıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu görev ve yetkilerin dışına çıkması olanaklı görülmemektedir. Nitekim, 87. maddenin gerekçesinde,

"Anayasa'nın diğer maddelerinde öngörülen yetkileri kullanma ve görevleri yerine getirme şeklindeki hükümlerin genel nitelikteki görevleri düzenleyen bu maddeye alınması uygun görülmüştür. Zira bu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Anayasa'da gerek bu maddede gerek diğer maddelerinde düzenlenmiş olan bütün görev ve yetkilerini kapsayacak şekilde düşünülmüştür."

denilerek, tüm görev ve yetkilerin bu maddede belirtildiği vurgulanmıştır.

Anayasa'nın bu maddesinde ve diğer maddelerinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne kamu görevlilerini seçmeyada atama görev ve yetkisi veren açık bir kural bulunmamaktadır.

Bu durumda, Anayasa'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkileri arasında sayılmayan kamu görevlisini seçmeyada atama konusunun yasa ile verilmesinin uygun olup olmadığının tartışılması gerekmektedir.

Anayasa Mahkemesi'nin 01.11.1990 günlü, 3677 sayılı "21.02.1967 tarih ve 832 sayılı Sayıştay Kanununun Bazı Maddelerinin Değiştirilmesine ve Bu Kanuna Bir Ek Madde Eklenmesine Dair Kanun"un kimi maddelerinin iptali istemiyle açılan dava sonunda verdiği 11.07.1991 günlü, E.1990/39, K. 1991/21 sayılı kararı bu konuya ışık tutacak niteliktedir.


Anayasa Mahkemesi'nin söz konusu kararında, Sayıştay Yasası'nın Başkan ve üyelerin seçimine ilişkin 5. ve 6. maddeleri Anayasa'nın 87. maddesi yönünden incelenirken;

"... Anayasa'nın T.B.M.M.'ningörev ve yetkilerini belirleyen 87. maddesi ile Sayıştay'ın görev ve yetkilerini düzenleyen 160. maddesinde Sayıştay Başkan ve üyelerinin seçimleri ile ilgili herhangi bir hüküm getirilmemiştir. Anayasa'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görevleri arasında sayılmayan bir konunun bir yasa ile Meclis'e verilmesinin Anayasa'ya uygun olup olmayacağı öncelikle belirlenmelidir.

aa) Anayasa'nın 160. maddesinde, Sayıştay'ın Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetleme yapacağı öngörülmüştür. T.B.M.M. ile Sayıştay arasındaki bu ilişki, Sayıştay'ın kuruluşunu, üyelerinin seçimini, denetiminin kapsamını ve böylece hukuksal yapısını belirler.

Anayasa Sayıştay Başkan ve üyelerinin seçimi konusunda açık bir kural koymamıştır. Ancak, bu konuda yasa ile yapılacak düzenlemenin de Sayıştay'a ilişkin Anayasa'nın 160. maddesi ile T.B.M.M.ningörev ve yetkilerini sayan 87. maddesinin özüne ve sözüne uygun olması gerekir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi adına denetim yapan anayasal bir organın Başkan ve üyelerinin seçimi Anayasa'da gösterilmemiş ise de, bu seçimlerin T.B.M.M. Genel Kurulu'nca yapılması anayasal sistemin, diğer bir anlatımla, T.B.M.M. ile Sayıştay arasındaki doğal ilişkinin sonucudur..."


yargısına varılmıştır.

Anayasa Mahkemesi'nin bu kararında; Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin görev ve yetkilerinin Anayasa'nın 87. maddesinde tekteksayıldığı, bu görev ve yetkiler arasında yasama dışındaki organlara üye seçme görev ve yetkisinin bulunmadığı, böyle bir görev ve yetkinin yasa ile verilmesinin de ancak, o organla Türkiye Büyük Millet Meclisi arasında anayasal sistemden kaynaklanan bir ilişkinin olması durumunda Anayasa'ya uygun görülebileceği kabul edilmiş olmaktadır.

3984 sayılı Yasa ile, izin sisteminin gereği olarak, radyo ve televizyon yayıncılığı ve bu yayınların iletiminde düzenleyici ve denetleyici olmak üzere bağımsız ve yansız bir Radyo Televizyon Üst Kurulu oluşturulmuştur. Bu Üst Kurul'un yürütme erki içinde yer aldığı kuşkusuzdur.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ile adı geçen Üst Kurul arasında, Anayasa Mahkemesi'nin yukarıda değinilen kararında söz edildiği gibi, anayasal sistemden kaynaklanan, doğal ve zorunlu bir ilişki bulunmamaktadır.

Bu nedenle, 4756 sayılı Yasa'nın 3. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendindeki, Radyo ve Televizyon Üst Kurulu üyelerinden beşinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanının oluşum formülüne göre belirlenecek kontenjan doğrultusunda siyasi parti gruplarınca önerilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu'nca seçilmesini öngören kural ile 4756 sayılı Yasa'nın geçici 4. maddesindeki, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yapılacak ilk seçimin yöntemini gösteren kuralın Anayasa'nın 87. maddesine aykırı olduğu düşünülmektedir.


3- 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın 28. maddesinin, 4756 sayılı Yasa'nın 12. maddesiyle değiştirilen sekizinci fıkrasında;

"Gerçek ve tüzel kişilerin ayrıca genel hükümlere göre ilgili yayın kuruluşuna karşı tazminat davası açma hakkı saklıdır. Yayın kuruluşu ile birlikte şirketin yönetim kurulu başkanı da müştereken vemüteselsilensorumludur. Zarar doğurucu fiilin işlenmesinden sonra yayın kuruluşunun devredilmesi, başka bir kuruluşla birleşmesi veya sahibi olan şirketin herhangi bir surette değişmesi halinde yayın kuruluşunu devralan, birleşen ve her ne suretle olursa olsun yayın kuruluşunun sahibi veya hissedarı olan şirket ve şirketin yönetim kurulu başkanı da bu fiil nedeniyle hükmedilen tazminattan yayın kuruluşu ile birlikte müştereken vemüteselsilensorumludur. Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı, on milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir. On milyar liralık alt sınır her yıl Maliye Bakanlığınca ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılır. Bu maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında hâkim tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en geç altı ay içinde karara bağlar."

denilmektedir.

Görüldüğü gibi anılan fıkrada, tazminat talebinin haklı görülmesi durumunda tazminat tutarının, on milyar liradan az olmamak koşuluyla fiilin ağırlık derecesine göre belirleneceği; bu maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında yargıcın uygunluk (tensip) kararı ile birlikte bilirkişiyi de atayacağı belirtilmiştir.


Yapılan değişiklikte, hüküm altına alınacak tazminatın alt sınırı yasa ile belirlenmiş; böylece, yargıcın takdir hakkı sınırlandırılmış, hatta tümüyle ortadan kaldırılmıştır.

Kişinin, kişilik değerlerine saldırıyla oluşacak zarar tutarının yasa ile belirlenmesi, sorumluluk konusunu düzenleyen hukukun temel kurallarıyla bağdaşmamaktadır. Manevi tazminat tutarı, her somut olayın özelliği ve istem gözetilerek yargıç tarafından takdir edilmektedir. Manevi tazminat davasına yol açan yayının gerçek olmasına karşın, kullanılan sözlerle sınır aşılmış olabilir ve bu aşma derecesi her olayda farklılık gösterebilir. Yine, böyle bir yayına, zarar görenin davranışı da neden olabilir. Bütün bu olgular, istenecek ve hüküm altına alınacak tazminat tutarının belirlenmesinde önemli etkenlerdir. Bu nedenle, hükmedilecek tazminat tutarının alt sınırının yasayla belirlenmesi hukuk devleti ilkesine uygun düşmemektedir.

Ayrıca, kişilik haklarına saldırıya ilişkin tazminat davaları Borçlar Yasası'nın 49. maddesinde düzenlenmiştir. Dava, özel hukuk alanında açılmış bir tazminat davası niteliğindedir. Türk Hukuku'nda, özel hukuk alanındaki tazminat davalarınayasakoyucununkarışması ve alt sınırı belirlemesi yolunda bir uygulama yerleşmemiştir. Bu tür alt sınır tutarını belirlemek ceza hukukuna özgü bir uygulamadır ve Devletin cezalandırma hakkından kaynaklanmaktadır. Özel hukuk alanındaki bu düzenleme, tazminat yaptırımını, gerçek zararı ve kimi durumlarda zarar gören kişinin istemini de aşan ve haksız zenginleşmeye neden olan bir tür ceza yaptırımı niteliğine büründürecektir.


Öte yandan, yapılan değişiklikler, tazminat davalarında yargıca bilirkişi atama zorunluluğu getirmektedir.

Oysa, teknik bir konuda da olsa, bilirkişilerin görüşü yargıcı bağlamamaktadır. Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası'nın 275. maddesine göre, yargıçlık mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuksal bilgi ile çözümlenmesi olanaklı konularda bilirkişi incelemesi yaptırılamaz.

Bu nedenle, hükmedilecek tazminatın alt sınırını belirleyen ve tazminat davalarında bilirkişiye başvurulmasını zorunlu kılan fıkra kuralı Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti" ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Ayrıca, gerekli olmamasına karşın zorunlu bilirkişi atamasına ilişkin kural, Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasındaki, "davaların en az giderle sonuçlandırılacağı" yolundaki ilkeye de uygun düşmemektedir.

4- 4756 sayılı Yasa'nın 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın, radyo ve televizyon yayın izni verilenyada verilecek anonim şirketlerin pay oranları ve şirket yapısıyla ilgili uyulması gereken diğer konuları düzenleyen 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinde;

"d) Üst Kurul tarafından düzenlenecek yönetmeliğe uygun olarak her yıl yapılacak yıllık ortalama izlenme oranı ölçümlerine göre yıllık ortalama izlenme veya dinlenme oranı % 20'yi geçen bir televizyon veya radyo kuruluşunda bir gerçek veya tüzel kişinin veya bir sermaye grubunun sermaye payı % 50'yigeçemez. Gerçek kişinin hisselerinin hesaplanmasında üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sihrî hısımlara ait hisseler de aynı kişiye aitmiş gibi hesaplanır.


e) Bir gerçek veya tüzel kişi veya bir sermaye grubu % 50'den fazla hissesine sahip olduğu bir televizyon veya radyonun yıllık ortalama izlenme veya dinlenme payı % 20'yi geçerse Üst Kurul tarafından yapılan bildirimden itibaren doksan gün içinde, ortağı bulunduğu televizyon veya radyodaki hisselerinin bir bölümünü halka arz ederek veya bir kısım hisselerini satarak, sermaye payını % 50'nin altına indirir. Yıllık izlenme veya dinlenme oranının aşımı birden fazla televizyon ve radyodaki hisselerin toplamı nedeniyle meydana gelmişse, bu oranı % 50'nin altına indirecek biçimde yeterli sayıda şirketi satar. Bu yükümlülüğün ihlâli durumunda kuruluşun yayın izni iptal edilir."

denilmektedir.

Maddenin değiştirilmeden önceki metninde;

-Aynıözel radyo vetelevizyon kuruluşunda bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sihrî hısımların aynı zamanda pay sahibi olamayacakları,

- Bir hissedarın,bir kuruluştaki pay tutarının, ödenmiş sermayenin % 20'sinden ve birden fazla kuruluşta pay sahibi olanların bu kuruluşlardaki tüm paylarının toplamının da % 20'den fazla olamayacağı; bu kuralın, hissedarın bir ile üçüncü dereceye kadar (dahil) kan ve sihrî hısımları için de uygulanacağı,

- Belirli bir özel radyo ve televizyon kuruluşunda % 10'dan fazla payı olanların Devletten, diğer kamu tüzel kişilerinden ve bunların doğrudanyada dolaylı olarak katıldıkları teşebbüs ve ortaklıklardan herhangi bir taahhüt işini doğrudan doğruyayada dolaylı olarak kabul edemeyecekleri ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapamayacakları,


kurala bağlanmıştı.

Metinden çıkarılan kurallar ve yapılan yeni düzenlemeler ile,

-Sahip oldukları televizyon kanallarıyada radyoların yıllık ortalama izlenme ve dinlenme oranı % 20'yigeçmemekkoşuluyla bir gerçekyada tüzel kişiyada sermaye grubuna, biryada birden fazla televizyonyada radyo kuruluşunun tümüneyada bir kısmına sahip olabilme,

-Televizyonyada radyo kuruluşu sahiplerine kamu ihalelerine girebilme ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapabilme,

olanağı sağlanmaktadır.

4756 sayılı Yasa'nın 13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 29. maddesinin anılan bentlerindeki kurallar, özellikle büyük sermaye gruplarının radyo ve televizyon alanında tekelleşmelerine yol açacak içeriktedir.

Sermayenin belli kişiyada grupların elinde toplanmış olduğu gerçeği, bu kişiyada grubun, çok sayıda televizyon ve radyo kuruluşunu sahiplenebilme olanağı ve ölçüsüz para cezaları uygulaması ile görsel ve işitsel medya alanında tekellerin oluşması kaçınılmaz olacaktır.

Anayasa'nın 167. maddesinde, Devletin, para, kredi, sermaye, mal ve hizmet piyasalarının sağlıklı ve düzenli işlemelerini sağlayıcı ve geliştirici önlemleri alacağı, piyasalarda eylemliyada anlaşma sonucu doğacak tekelleşme ve kartelleşmeyi önleyeceği belirtilmiştir.

Anayasa'nın anılan kuralı ile tekelleşme ve kartelleşme yasaklanmakla kalmamış, Devlete de bunu engelleyici önlemleri alma görevi verilmiştir. 4756 sayılı Yasa ile yapılan ve yukarıda belirtilen düzenlemelerle görsel ve işitsel medya alanında tekelleşme ve kartelleşmenin önlenmesi olanaksızdır. Düzenlemeler, tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemek bir yana, dolaylı olarak olanaklı kılacak niteliktedir.


Gerçi, televizyonyada radyo kuruluşunun yıllık ortalama izlenme oranının % 20'yigeçmesidurumuna bağlı olarak bir sınırlama getirilmiştir. Ancak, bir televizyon kanalıyada radyo yayını için getirilen % 20 yıllık ortalama izlenmeyada dinlenme oranı, kuramsal olarak olanaklı bulunsa da uygulamada ulaşılması çok güç bir orandır. Yapılan araştırmalar, Türkiye'de en yüksek izlenme oranının % 14-16 dolayında olduğunu ve bu orana da yalnızca bir yayın kuruluşunun ulaştığını ortaya koymaktadır. Ölçümleme güçlükleri degözönündebulundurulduğunda, getirilen sınırın uygulanabilir olmadığı açıkça anlaşılacaktır.

Bu nedenledir ki, Batı'lı ülkelerde, yayının ulaştığı kişi sayısı ölçü olarak alınmışyada bir kişinin sahip olacağı kanal sayısı sınırlandırılmıştır. Yayın izleme oranını ölçü alan ülkelerde ise bu oran çok düşük tutulmuştur.

Söz konusu oranın yüksek tutulması ve hiçbir televizyonyada radyo kanalının bu izlenme oranına ulaşamayacağı gerçeği karşısında, bu sınırlamanın tekelleşme ve kartelleşmeyi önlemesi olanaklı görülmemektedir.

Tekelleşenyada kartelleşen görsel ve işitsel medya, bir yandan ekonomik alanda haksızlık yaratabilecek bir güce ulaşırken, öte yandan da haber alma özgürlüğünü kısıtlayabilecektir.

Yukarıda (l/b) ve (3/a) bölümlerinde de belirtildiği gibi, Anayasa'nın 26. maddesinde, düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün haber almak ve vermek özgürlüğünü de kapsadığı; 28. maddesinde de, basının özgür olduğu, Devlet'in, basın ve haber alma özgürlüğünü sağlayacak önlemleri alacağı vurgulanmıştır.


Basın özgürlüğü, düşünce ve kanaat özgürlüğünü tamamlayan ve onun kullanılmasını sağlayan bir özgürlüktür. Düşünce özgürlüğü, düşüncelerin özgürce açıklanması yanında bunların yayılması ve öğrenilmesi özgürlüğünü de içermektedir. Bu nedenle, basın özgürlüğünün, okuyucuların, izleyicilerinyada dinleyicilerin haber alma ve görüşleri öğrenme olanağından yoksun kalmaları yönünden de değerlendirilmesi gerekir.

Haber alma ve verme hakkıyada haberlere ulaşma özgürlüğü, izleyiciyada dinleyicinin bireysel hakkı olarak düşünülemez ve düzenlenemez. Bunlar, izleyicilerin ve dinleyicilerinkollektifhak ve özgürlükleridir.

Basın özgürlüğü, kamu güçleri karşısında olduğu kadar özel güçlere karşı da korunmalıdır. Bu bağlamda, medya tekelinin oluşmasına karşı gerçek sınırlamalar koymak, medyanın çoğulculuğunu koruyucu önlemler almak Devlet'e düşen bir ödevdir. Bağımsız ve yansız yayıncılığın sürdürülebilmesi için alınacak önlemler de bu ödev kapsamındadır.

Sosyal görevini yerine getirebilmesi için basın özgürlüğü ile donatılan medyanın sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gereklidir. Tekelleşerek, sorumluluk bilincinden uzaklaşacak bir medya, her sorumsuz güç gibi er geç amacından sapabilecek ve toplum yaşamını, ulusal güvenliği tehlikeye sokan bir güç durumuna gelebilecektir. Bunu önlemek de Devlet'in görevidir.


Öte yandan, yapılan düzenlemeyle, bir gerçekyada tüzel kişiyeyada sermaye grubuna bir radyo-televizyon kuruluşunun tümüneyada birden çok radyo-televizyon kuruluşuna sahip olabilme olanağının yaratılmasının yanı sıra, bu kişiyada sermaye grubuna kamu ihalelerine girme ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapma yasağının getirilmemesi, medya gücünün kullanılarak ihalelerde haksız rekabete, borsada çeşitli işlem oyunları yapılmasına neden olabilecektir.

Her ne kadar, 4756 sayılı Yasa'nın 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 4. maddesinin, yayın ilkelerine yer verilen ikinci fıkrasında;

"c) Yayıncılığın, gerek yayın organı, gerekse hisse sahipleri ve üçüncü derece dahil olmak üzere üçüncü dereceye kadar kan ve sihrî hısımları veya bir başka gerçek ve tüzel kişinin haksız çıkarları doğrultusunda kullanılmaması,

j) Yayıncılığın haksız bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması,..."

denilerek, medyanın haksız rekabete neden olabilecek gücü engellenmeye çalışılmış ise de, bu soyut anlatımlı ilkelerin, kamu ihalelerinde yaratılabilecek haksız rekabeti ve borsa işlemlerinde oynanacak oyunları engellemesi olanaksızdır.

Ayrıca, düzenlemelerin karşıt kavramından, yayın kuruluşlarının "haklı çıkarları" destekleyici içerikte yayın yapabileceği sonucuna varılmaktadır. Konuya yayın kuruluşlarının kamu ihalelerine giren sahipleri yönünden bakıldığında, bu tür destekleyici yayınların "haklı çıkarı" savunduğu kolaylıkla öne sürülebilecektir.


Böylece, kamu hizmetlerisözkonusuolduğunda kamu çıkarını ön planda tutması gereken medyanın bireysel çıkarlara hizmet edecek ticari nitelik kazanmasının önündeki tüm engeller kaldırılmıştır.

Oysa, günümüzde medya-serbest piyasa ilişkilerinin demokrasiler için yozlaştırıcı tehlike ve tehditlerindensözedilmektedir. Ülkemizde olduğu gibi henüz demokrasisi yeterince gelişmemiş, sağlam temellere oturmamış, özelleştirmesini tamamlayamamış ülkelerde medya sahiplerinin Devlete karşı yüklenmeye girememesi yaşamsal önem taşıyan bir ilke olarak görülmektedir.

Devletle ticari ilişkilere giren medya sahiplerinin, siyasal iktidar lehine yayın yaparakyada tam tersine baskı oluşturarak kamu ihalelerini alma avantajını sağlayabileceği kuşkusu, yukarıda sözü edilen ilkenin korunmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.

Serbest piyasa ekonomisinin en büyük özelliği rekabet ortamının yaratılmasıdır. Bir çok radyo ve televizyon kuruluşuna sahip olan kişiyada sermaye grubuna kamu ihalelerine girebilme hakkının tanınması bu özellikle de bağdaşmamaktadır.

Görsel ve işitsel medyanın kamuoyunu etkileme gücü, dolayısıyla bu gücün kötüye kullanılması olasılığının yüksekliği, Batı'lı ülkelerde medya sahipliğinin diğer iş alanlarından ayrılmasına, bu ayrımı sağlayacak önlemler alınmasına neden olmuştur.

Medya gücünü kötüye kullanma olasılığı kamu yararı ve kamu düzeni ile doğrudan ilgilidir. Devletin bu gücü dengeleyecek önlemleri alması, kamu yararı ve düzenini sağlamanın gereğidir.


3984 sayılı Yasa'nın 29. maddesinin değişiklikten önceki onuncu fıkrasında yer verilen özel radyoyada televizyon kuruluşlarında belli oranın üzerinde pay sahibi olanların kamu ihalelerine girebilme ve menkul kıymetler borsalarında işlem yapabilmesine ilişkin yasağın, korunması gerekirken tümüyle kaldırılmış olması, yasaların kamu yararı amacıyla çıkarılması gerektiği ilkesiyle bağdaşmamaktadır.

Bu nedenlerle, 4756 sayılı Yasa ile değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 29. maddesinin (d) ve (e) bentleri, Anayasa'nın 2. maddesindeki "demokratik hukuk devleti" ilkesine, 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallara, tekelleşmeyi ve kartelleşmeyi yasaklayan 167. maddesine aykırı düşmektedir.

5- 4756 sayılı Yasa'nın 16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın 33. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;

"Üst Kurul, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin şartlarını ihlâl eden, yayın ilkelerine ve bu Kanunda belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyarır veya aynı yayın kuşağında açık şekilde özür dilemesini ister. Bu talebe uyulmaması veya aykırılığın tekrarı halinde ihlâle konu olan programın yayını, bir ilâonikikez arasında durdurulur. Bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusu hiçbir ad altında başka bir program yapamaz. Yayını durdurulan programların yerine, aynı yayın kuşağında ve reklamsız olarak, ilgili kamu kurum ve kuruluşlarına Üst Kurulca hazırlattırılacak eğitim, kültür, trafik, kadın ve çocuk hakları, gençlerin fiziksel ve ahlakî gelişimi, uyuşturucu ve zararlı alışkanlıklarla mücadele, Türk dilinin güzel kullanımı ve çevre eğitimi konularında programlar yayınlanır.


Aykırılığın tekrarı halinde;

a) Ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlara ihlâlin ağırlığına göre,yüzyirmibeşmilyar liradan az olmamak kaydıylaikiyüzellimilyar liraya kadar,

b) Yerel, bölgesel ve kablo ortamından yayın yapan kuruluşlara;

1.Kapsadığı yayın alanı itibariyle, bir milyondan fazla nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre, altmış milyar liradan az olmamak kaydıyla yüz milyar liraya kadar,

2.Kapsadığı yayın alanı itibariyle,beşyüzbin ilâ bir milyon arasında nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara ihlâlin ağırlığına göre, otuz milyar liradan az olmamak kaydıyla altmış milyar liraya kadar,

3. Kapsadığı yayın alanı itibariyle,ikiyüzellibin ilâbeşyüzbin arasında nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre, yirmi milyar liradan az olmamak kaydıyla kırk milyar liraya kadar,

4.Kapsadığı yayın alanı itibariyle,ikiyüzellibindenaz nüfusa ulaşan il ve ilçelere yayın yapanlara, ihlâlin ağırlığına göre, beş milyar liradan az olmamak kaydıyla on milyar liraya kadar,

c) Radyo yayınları için yukarıdaki miktarların yansı kadar, İdari para cezası uygulanır."

denilmektedir.

a- Maddenin birinci fıkrasında, Üst Kurul'un, öngördüğü yükümlülükleri yerine getirmeyen, izin koşullarına uymayan, yayın ilkelerine ve bu Yasa'da belirtilen diğer esaslara aykırı yayın yapan özel radyo ve televizyon kuruluşlarını uyaracağıyada aynı yayın kuşağında açık biçimde özür dilemesini isteyeceği; bu isteme uyulmamasıyada aykırılığın yinelenmesi durumunda ilgili programın yayınının bir ileonikikez arasında durdurulacağı; bu süre içinde programın yapımcısı ve varsa sunucusunun hiçbir ad altında başka program yapamayacağı kurala bağlanmıştır.


Bu düzenlemede, uyarının içeriği konusunda bir açıklığa, özür dileme konusunun ayrıntılarına yer verilmemiştir. Bu belirsizlik, uygulanan yaptırımın onur kırıcı ve teşhir edici bir özellik taşımasına neden olabilecektir.

Fıkraya göre, Üst Kurul'un özür istemine uyulmaması durumunda programın yayını bir ileonikikez arasında durdurulabileceği gibi, bu süre içinde programın yapımcı ve sunucusu hiçbir ad altında başka program yapamayacaktır. Katkısı, başkalarınca hazırlanmış bir programı sunmaktan ibaret olan sunucu hakkında böyle bir yaptırım öngörülmesi haksız uygulamalara yol açacak niteliktedir.

Bu düzenlemelerle, idari nitelikteki Üst Kurul'a basın ve haber alma özgürlüğünü sınırlayıcı yetkiler verilmekte, yargı alanına giren konularda yönetim yetkili kılınmaktadır.

Yönetimin, düzenleme ve denetleme alanındaki konularda, kamu düzeni, genel güvenlik, kamu yararı, genel ahlak, genel sağlık, ekonomik ve sosyal ilişkilerin düzenli yürütülmesini sağlama gibi amaçlarla idari para cezası uygulamayada kişi özgürlüğünü kısıtlayıcı yaptırımlar dışında çeşitli yasaklar koyma yetkisine sahip olmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Ancak, düşünceyi açıklama ve yayma, basın ve haber alma gibi temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması söz konusu olduğunda, yönetime tanınacak yetkinin, Anayasa'da bu kavramlara verilen değerler çerçevesinde belirlenmesi gerekmektedir.


Anayasa'nın 26. maddesinin üçüncü fıkrasında, "Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümler, bunların yayımını engellememek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz"; 28. maddesinin ikinci fıkrasında da, "Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır" denilmektedir.

Aynı doğrultudaki kural, tüm özgürlükler için Anayasa'nın 5. maddesinde yer almaktadır. Maddede, Devlet'in temel amaç ve görevinin, kişinin temel hak ve özgürlüklerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak biçimde sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamaya çalışmak olduğu belirtilmiştir.

Ayrıca, Anayasa'nın 29. maddesinin üçüncü fıkrasında, yasada, haber, düşünce ve kanaatlerin özgürce yayımlanmasını engelleyiciyada zorlaştırıcı koşullar konulamayacağı; 30. maddesinde de, basın işletmelerinin, Devlet bütünlüğüne yönelik kimi suçlar dışında işletilmekten alıkonulamayacağı öngörülmektedir.

Bu kurallar, genelde yazılı basına yönelik olmakla birlikte, amaç düşünceyi yayma ve haber alma özgürlüklerinin güvence altına alınması olduğuna göre, aynı ilkelerin görsel ve işitsel medya yönünden de geçerli olması ve yönetime, bu araçların kullanılmasını engellemeye varan nitelikte önlemler alma yetkisi verilmesinden olabildiğince kaçınılması gerekmektedir.


Bu nedenle, Yasa'nın 16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 16. maddesininbirincifıkrası,buanayasalkurallarlabağdaşmayandüzenlemeler içermektedir.

Ayrıca, anılan fıkra düzenlemesinde öngörülen yaptırımlarla eylemle önlem arasında bulunması gereken adil denge bozulmuş, yaptırım bir baskı öğesi durumuna getirilmiştir. Üstelik, bu yaptırımlar yönetsel bir Üst Kurul'un takdirine bırakılmıştır ki, bu sonuca yol açan düzenlemeleri Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti", 13. maddesindeki "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkeleriyle bağdaştırmak da olanaksızdır.

b- Maddenin ikinci fıkrasında, aykırılığın yinelenmesi durumunda uygulanmak üzere idari para cezaları öngörülmüştür.

Fıkraya göre, ulusal düzeyde yayın yapan kuruluşlara 125-250 milyar lira arasında, bölgesel, yerelyada kablo ortamından yayın yapan kuruluşlara, kapsadığı yayın alanındaki il ve ilçe nüfusuna göre 60-100, 30-60, 20-40 ve 5-10 milyar lira arasında idari para cezası uygulanabilecektir. Radyo yayınları için uygulanacak para cezaları, bu tutarların yarısı kadar olacaktır.

Bu fıkrada öngörülen idari para cezalarının tutarlarının çok yüksek olduğu açıktır. Para cezaları, basın ve yayın dışında bir gelir desteğine sahip olmayan ulusal ve özellikle yerel ve bölgesel televizyon, radyo ve basın kuruluşları için amaç-araç orantısını gözetmeyen boyuttadır. Cezaların caydırıcı nitelikte olması; ancak, basın ve yayın kuruluşlarının yaşam şansını ellerinden almaması gerekmektedir.


Söz konusu fıkra ile getirilen para cezalarının, Anayasa'nın 26. maddesinde yer verilen haber alma özgürlüğü ve 28. maddesinde sözü edilen basın özgürlüğü yönünden son derece ağır nitelik taşıdığı ve bu maddelerle bağdaşmadığı kuşkusuzdur.

Anayasa'nın 13. maddesinde, temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırlamaların "demokratik toplum düzeninin gereklerine ve "ölçülülük ilkesi"ne aykırı olamayacağı belirtilmiştir.

Buna göre, hak ve özgürlükler, ancak demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak sınırlandırılabilir. Demokratik hukuk devletinde, güdülen amaç ne olursa olsun, sınırlamalar özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan kaldıracak düzeyde olamaz.

Anayasa Mahkemesi'nin çeşitli kararlarında da belirtildiği gibi, bir sınırlama kuralının demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olabilmesi için "ölçülülük" ilkesinin gözetilmesi, amaç ve sınırlama "orantısının" korunması gerekmektedir.

Ölçülülük ilkesi, yasal düzenlemede sınırlama aracının, sınırlama amacına ulaşmaya elverişli olmasını, sınırlama aracıyla amacı arasındaki oranın ölçüsüz olmamasını anlatmaktadır.

Anılan fıkra ile getirilen, ulusal, bölgesel ve yerel çerçevede hizmet veren bir çok görsel, işitselyada yazılı medya kuruluşunun kapanmasına neden olacak tutarlardaki para cezalarını, haklı bir nedene dayandırmak, Anayasa'nın 13. maddesindeki "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük" ilkesiyle bağdaştırmak olanaklı değildir.


Bu nedenlerle, maddenin ikinci fıkrası, Anayasa'nın 26., 28. ve 13. maddelerine aykırılık oluşturmaktadır.

6-4756sayılıYasa'nın20.maddesiyledeğiştirilen5680sayılıBasın Yasası'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının ikinci ve dördüncü tümcelerinde;

"Tazminat talebinin haklı görülmesi halinde tazminat miktarı on milyar liradan az olmamak üzere fiilin ağırlık derecesine göre belirlenir.",

"Bu maddeye göre açılacak manevi tazminat davalarında hâkim tensip kararı ile birlikte bilirkişiyi de tayin eder ve davayı en geç altı ay içinde karara bağlar."

denilmektedir.

a- Fıkranın ikinci tümcesi, tazminatın alt sınırının yasada belirlenmiş olması nedeniyle ve yukarıda (l/b), (3/a), (3/b), ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle, Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti" ilkesine, 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallara, 13. maddesindeki "demokratik toplum düzeninin gerekleri"ne ve "ölçülülük ilkesi"ne,

b- Fıkranın, tazminat davalarında bilirkişiye başvurulmasını zorunlu kılan dördüncü tümcesi de, yukarıda (3/b) bölümünde açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 2. maddesindeki "hukuk devleti" ilkesine ve 141. maddesindeki "davaların en az giderle sonuçlandırılacağı" yolundaki ilkeye,

aykırılık oluşturmaktadır.

7-4756sayılıYasa'nın22.maddesiyledeğiştirilen5680sayılıBasın Yasası'nın 20. maddesinde;


"4 üncü maddenin birinci ve ikinci fıkralarında yazılı hususları göstermeyen sorumlular on milyar liradan elli milyar liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılır.

Bu hususları gerçeğe aykırı şekilde gösterenler ile sorumluların belirlenmesini veya mahkeme kararlarının uygulanmasını güçleştirecek şekilde değiştirenler, otuz milyar liradan doksan milyar liraya kadar ağır para cezasına mahkûm edilirler. Verilen para cezası ertelenemez."

denilmektedir.

Söz konusu kural, içerdiği para cezaları tutarlarının çok yüksek olması nedeniyle ve yukarıda (l/b), (3/a) ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle, Anayasa'nın 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallar, 13. maddesindeki "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük ilkesi" ile bağdaşmamaktadır.

8- 4756 sayılı Yasa'nın 25. maddesinde;

"5680 sayılı Kanunun 21 inci maddesinin birinci fıkrasındaki 'onbinliradanotuzbinliraya' ibaresi, 'on milyar liradan otuz milyar liraya', ikinci fıkrasındaki 'yirmibinliradanaltmışbinliraya' ibaresi 'yirmi milyar liradan altmış milyar liraya'; 22ncimaddesinde geçen 'yirmibinliradanellibinliraya' ibaresi, 'yirmi milyar liradan yüz milyar liraya'; 23 üncü maddesindeki '100 liradan 500 liraya' ibaresi 'on milyar liradan elli milyar liraya'; 24 üncü maddesindeki 'yirmibinliradanellibinliraya' ibaresi 'otuz milyar liradan yüz milyar liraya'; 25 inci maddesindeki 'yüzellibinliradan' ibaresi 'onbeşmilyar liradan'; 26ncımaddesindeki 'yirmibinliradanellibinliraya' ibaresi 'elli milyar liradan yüz milyar liraya'; 28 inci maddesindeki 'yirmibinliradanellibinliraya' ibaresi 'yirmi milyar liradan yüz milyar liraya'; 30 uncu maddesindeki 'l 000 liradan 10 000 liraya' ibaresi 'yirmi milyar liradan yüz milyar liraya'; 31 inci maddesindeki 'ellibinliradanyüzbinliraya' ibaresi 'elli milyar liradan yüz milyar liraya'; 32ncimaddesindeki '100 liradan l 000 liraya' ibaresi 'beş milyar liradan yirmi milyar liraya'; 33 üncü maddesindeki 'on milyon liradan otuz milyon liraya' ibaresi 'on milyar liradan otuz milyar liraya'; 34 üncü maddesindeki 'l 000 liradan 10 000 liraya' ibaresi 'bir milyar liradan on milyar liraya' şeklinde değiştirilmiştir."


denilerek, Basın Yasası'na aykırı davranışlar nedeniyle bu Yasa'nın değişik maddelerinde öngörülen para cezaları çok yüksek oranlarda artırılmış ve ödenemez duruma getirilmiştir.

4756 sayılı Yasa değişikliğinden önce, Basın Yasası'ndaki para cezalarının hiçbir yaptırım gücünün kalmadığı bir gerçektir. Ancak, yapılan değişiklikle cezaların çok büyük oranlarda yükseltilerek ödenemez duruma getirilmesi de hukuken savunulamaz. Örneğin, iki gazeteyi gününde cumhuriyet savcılığına ve/veya mülki amirliğe teslim etmeyen "tâbi"yeyüz milyar liraya kadar ağır para cezası öngörülmüştür.

647 sayılı Yasa'nın 5. maddesine göre, para cezalarının tutarı suçlunun mali durumu, aile sorumluluğu, uğraşısı ve mesleği, yaş ve sağlık durumu, cezanın sosyal etkisi ve uyarma amacı gibi hususlargözönündetutularak saptanmaktadır. Para cezasının belirlenmesi konusunda bu kurallayasakoyucununyargıdan beklediği duyarlılığı, cezaların alt ve üst sınırlarını belirlerken kendisinin de göstermesi gerekmektedir.

Hukukumuzda, hiçbir dönemde bu tür suçlar için böylesine ağır para cezaları öngörülmemiştir. Demokratik bir toplumda, basına ilişkin kimi biçimsel yükümlülüklerin yerine getirilmemesiyada yerine getirilmekte gecikilmesi basın kuruluşunun yayından çekilmesi sonucunu doğuracak yaptırımlarla karşılanmamalıdır.

Basın Yasası'nda yapılan bu değişiklikler, öngörülen para cezaları nedeniyle haber, düşünce ve kanaatlerin özgürce yayımlanmasını ve basın işletmelerinin yaşamını sürdürmesini engelleyecektir. Bu cezalarla, basın sektörünün krize sürüklenmesi ve sermaye birikimleri sınırlı gazetelerin yayın yaşamından çekilmesi, böylece basında tekelleşmenin gerçekleşmesi kaçınılmaz olacaktır.


Bu nedenlerle ve yukarıda (l/b), (3/a) ve (5/b) bölümlerinde açıklanan gerekçelerle, 4756 sayılı Yasa'nın 25. maddesi, Anayasa'nın 26. maddesindeki "haber alma" ve 28. maddesindeki "basın" özgürlüklerine ilişkin kurallara, 13. maddesindeki "demokratik toplum düzeninin gerekleri" ve "ölçülülük ilkesi"ne aykırı düşmektedir.

- SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçelerle,

15.05.2002 günlü, 4756 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun, Basın Kanunu, Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un;

1-2.maddesiyle değiştirilen 3984sayılıYasa'nın 4.maddesinin ikinci fıkrasının,

- (k) bendindeki "...veya korku salacak...",

- (v) bendindeki "...karamsarlık, umutsuzluk...",

sözcüklerinin, Anayasa'nın 26., 28. ve 38. maddelerine,

2-3.maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 6. maddesinin birinci fıkrasının(a)bendiilegeçici4.maddesininyukarıdabelirtilenbölümünün,

Anayasa'nın 87. maddesine,

3-12. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 28. maddesinin sekizinci fıkrasının, Anayasa'nın 2. ve 141. maddelerine,

4-13. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 29. maddesinin (d) ve (e) bentlerinin, Anayasa'nın 2., 26., 28. ve 167. maddelerine,

5-16. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 33. maddesinin,

- Birinci fıkrasının, Anayasa'nın 2., 5., 26., 28., 13., 29. ve 30. maddelerine,


- İkinci fıkrasının, Anayasa'nın 26., 28. ve 13. maddelerine,

6-20. maddesiyle değiştirilen 5680 sayılı Yasa'nın 17. maddesinin birinci fıkrasının,

- İkinci tümcesinin, Anayasa'nın 26., 28. ve 13. maddelerine,

- Dördüncü tümcesinin, Anayasa'nın 2. ve 141. maddelerine,

7-22.maddesiyledeğiştirilen5680sayılıYasa'nın 20. maddesinin, Anayasa'nın 26., 28. ve 13. maddelerine,

8- 25. maddesinin, Anayasa'nın 26., 28. ve 13. maddelerine, aykırı olmaları nedeniyle iptal edilmelerine,

Uygulanmaları durumunda doğacak giderilmesi güçyada olanaksız hukuksal sonuçlar ve kamusal zararlargözönündebulundurularak söz konusu kuralların yürürlüklerinin durdurulmasına,

Karar verilmesiniarzederim.";

İptal ve yürürlüğün durdurulması istemlerini içeren, Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri Yasin HATİPOĞLU,Mehmet Ali ŞAHİN, Salih KAPUSUZ, Mustafa KAMALAK veUluçGÜRKAN ile birlikte 119 Milletvekili tarafından verilen 23.5.2002 günlü dava dilekçesinin gerekçe bölümü şöyledir:

"I- 15.5.2002 tarih ve 4756 sayılı Kanun 21.5.2002 tarih ve 24761 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Ancak anılan Kanun'un;

a)2, 3, 5, 7, 8, 10, 12, 13, 16, 17, 18 ve 19. maddelerinin bir kısım hükümleri ile,

b)Geçici 4. maddesi Anayasa'ya açıkça aykırıdır. Şöyle ki:

1) Yasa'nın 2. Maddesi, Anayasa'nın 2. Maddesine Aykırıdır.


Anayasa'nın 2. maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti bir "Hukuk Devleti"dir.

Hukuk Devleti'nde asıl olan hürriyetlerdir; yasaklar ancak kanunla belirlenir. Yasakların kanunla belirlenmiş sayılabilmesi için "kanun" çıkarmak şart ise de yeterli değildir, Kanun'un aynı zamanda açık, net (saydam) ve kesin olması da gerekir. Açık olmayan, elastikî kavramlar içeren kanunlar vatandaşları korumanın değil, tam aksine, vatandaşları cezalandırmanın bir aracı olabilir.

4756 sayılı Kanun'un 2. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 4. maddesinin;

a)(k) bendinin "korku salacak yayın" bölümü ile,

b)(v)bendinin"yayınlarınkaramsarlık,umutsuzluk...eğilimlerini körükleyici...nitelikteolmaması"bölümüyayınilkeleriarasında sayılmış olmalarına rağmen, "sınırları belli olmayan" muğlak ifadelerdir.

Oysa, "yayın ilkelerinin" asıl amacı toplumda ifadelerin çoğulculuğunu korumak olmalıdır. Avrupa Sınır Ötesi Sözleşmesi'nde yayın ilkeleri, "muğlaklığa yer vermemek" ve "temel kural özgürlük, kısıtlama istisna" kurallarına uygunluğu sağlamak üzere sınırlıdır.

2) Yasa'nın 3. Maddesi ile Değiştirilen 3984 Sayılı Kanun'un 6. Maddesinin Birinci Fıkrasının (b), (c) ve (d) bentleri Anayasa'nın Başlangıç Kısmının "4. fıkrası" ile 2. ve 133/II Maddesine Aykırıdır:

4676 sayılı Kanun'un 3. maddesiyle 3984 sayılı Kanun'un Üst Kurul üyelerinin seçimine ve görev süresine ilişkin 6. maddesi değiştirilmiştir.


Yeni 6. maddenin 1. fıkrasına göre;

"Üst Kurul, en az dört yıllık yüksek öğrenim görmüş, meslekleriyle ilgili konularda kamu veya özel kuruluşlarda en az on yıl görev yapmış, mesleki açıdan yeterli bilgiye, deneyime ve Devlet memuru olma niteliğine sahip, otuz yaşını doldurmuş kişiler arasından;

a) Siyasi parti gruplarınca, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlık Divanıoluşumformülünegörebelirlenecekkontenjan doğrultusunda gösterilecek veTürkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunca seçilecek beş,

b)Yükseköğretim Kurumu Genel Kurulunun, Kurul üyesi olmayan elektrik-elektronik, iletişim, kültür-sanat ve basın-yayın dallarından göstereceği dört aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek iki.

c)En çok sarı basın kartı sahibi üyesi bulunan iki gazeteciler cemiyeti ile Basın Konseyinin ortaklaşa göstereceği iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir.

d) MilliGüvenlik KuruluGenel Sekreterliğinin kamu görevlileri arasından göstereceği iki aday arasından Bakanlar Kurulunca seçilecek bir,

kişiden olmak üzere 9 üyeden oluşur.

Halbuki eskiden Üst Kurul'un dokuz üyesinin tamamını, Milli iradenin temerküz ettiği yer olan TBMM Genel Kurulu seçiyordu.

Yeni düzenleme ile, dokuz üyeden dördünün seçimi, son tahlilde, Bakanlar Kurulu'na bırakılmaktadır.

TBMM tarafından seçilecek beş üyenin en az üçü de iktidar partisi veya partilerince seçilecektir. Bu üç üyeyi şeklen ve resmen TBMM Genel Kurulu seçse de, adayları tektekbelirleyen, dolayısıyla "gerçek seçimi yapan" Başbakan ve yardımcıları alacaktır.


Bu şekilde yapılan bir düzenleme, "Yasama Organı"nın bir kısım yetkilerinin, "Yürütme Organına aktarılması" anlamına gelmektedir.

Sonuç itibariyle;

a) Üst Kurul'un dokuz üyesinden yedisini Bakanlar Kurulu belirlemiş olacaktır. 4756 sayılı Yasa'nın 5. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Kanun'un 9. maddesi son fıkrasına göre de "üst Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun denetimine tabi" olacaktır. Yani Üst Kurul, bütünüyle "Yürütme Organı"nın kontrolünde olacaktır.

Bütünüyle Yürütme Organının kontrolünde olan bir Üst Kurul'un "özerkliği"nden ve "yayınlarının tarafsızlığından bahsedilemez.

Kısaca Üst Kurul'un yeni oluşum biçimi, Anayasa'nın 133/II. maddesine açıkça aykırıdır.

b)Üst Kurul'un yeni oluşum biçimi Anayasa'nın Başlangıç kısmının dördüncü fıkrasında ifadesini bulan kuvvetler ayrılığı ilkesini (yasama-yürütme dengesini) Yürütme Organının lehine (Yasama Organı'nın aleyhine) olmak üzere bozmuştur. Bu sebeple Üst Kurul'un oluşumunu düzenleyen (b), (c) ve (d) bentleri Anayasa'nın Başlangıç kısmının dördüncü fıkrasına aykırı düşmektedir.

c) Üst Kurul'un yeni oluşum biçimi, dört üyenin seçiminin Bakanlar Kurulu'na devredilmesisebebiyle,"iktidar-muhalefet"dengesiniiktidarınlehine(muhalefetin aleyhine) olmak üzere bozmuştur.

Bu sebeple Üst Kurulun yeni oluşum biçimi, Anayasa'nın "Demokratik Devlet" ilkesine aykırı düşmektedir.


Çünkü bu düzenleme, muhalefetin aleyhine olarak, iktidarı kollamaktadır. Halbuki "demokratik rejim"lerde asıl olan muhalefettir Zira iktidar her rejimde vardır, muhalefet ise sadece demokratik rejimlerde vardır.

3)Yasa'nın 5. Maddesi Anayasa'nın 133/II. Maddesine Aykırıdır: Yasa'nın 5. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun'un 9. maddesi değiştirilmiştir. 3984 sayılı Kanun'un değişik 9. maddesinin son fıkrasına göre,

"Üst Kurul, Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu'nun denetimine tabidir."

RTÜK'ündenetiminin, bağımsızlığı bulunmayan örgütsel yapısı, amaç ve yöntemleri itibarıyla doğrudan Başbakana bağlı (bağımsızlığı olmayan) bir kurula verilmesi, Üst Kurulun özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişisi statüsünde örgütlenmesi gereği ile çelişmektedir,RTÜK'üsiyasi iktidarın denetimine sokan bu düzenleme Anayasa'nın 133/II. maddesine açıkça aykırı düşer.

4)Yasa'nın 7. Maddesi Anayasa'nın 2. Maddesine Aykırıdır:

4756 sayılı Kanun'un 7. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun'un 12. maddesi değiştirilmiştir.

Üst Kurul'un "gelirleri"ni düzenleyen 12. maddenin (d) bendi Anayasa'nın 2. maddesine, "Hukuk Devleti ilkesine" aykırıdır.

Çünkü (d) bendine göre, Üst Kurul'un, 33. madde uyarınca, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına kestiği cezalar "Üst Kurul'un gelirleri" arasında yer alacaktır.

33. maddeye göre ise Üst Kurul'un, özel radyo ve televizyon kuruluşlarına 250 milyar liraya kadar idari para cezası verme yetkisi vardır. Üstelik bu miktarlar her yıl Maliye Bakanlığı'nca ilan edilecek "yeniden değerleme oranı"nda artırılacaktır.


Bu durumda, Üst Kurul'u kendisine gelir sağlamak amacıyla ceza kesmeye, yani keyfi davranmaya itebilir.

Hukuk Devletinde ise keyfiliğe yer verilemez. Veriliyorsa, o devlet Hukuk Devleti olamaz.

5)Yasa'nın 8. Maddesi Anayasa'nın 2. Maddesine Aykırıdır:

4756 sayılı Kanun'un 8. maddesiyle, 3984 sayılı Kanun'un 13. maddesi değiştirilmiştir.

3984 sayılı Kanun'un 13. maddesi "gelir ve cezaların tahsil" biçimini düzenlemektedir.

13. maddenin 1. fıkrasında yer alan;

"33üncümaddedebelirtilenidariparacezalarıdacezaların tahakkukunu müteakip ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenir."

diyen bölüm, özellikle "müteakip" kavramı sebebiyle, belirsiz olduğu ve keyfiliğe sebep olacağı için Anayasa'nın 2. maddesine, "Hukuk Devleti" ilkesine aykırıdır.

Gerçekten dava konusu kurala göre idari para cezaları cezaların tahakkukunu "müteakip" ilgili yayın kuruluşları tarafından ödenecektir. Buradaki "müteakip" sözcüğü nekadarlıkbir süreyi ifade etmektedir? "Hemen"miBir "saat" sonra mı? Bir "hafta" veya bir "ay" içinde mi? Yoksa daha sonra mı?

6) 4756 Sayılı Yasa'nın 10. ve 18. Maddeleri Anayasa'nın 2. ve 133/II. Maddelerine Aykırıdır:

Yasanın 10. ve 18. maddeleri, aralarında sıkı bir ilişki bulunduğu için, birlikte incelemeye alınmıştır.

4756 sayılı Kanun'un 18. maddesiyle 3984 sayılı "Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun"un 8. maddesinin (a) bendi yürürlükten kaldırılmış, 10. maddesiyle de, buna paralel olarak, 24. maddesinde değişiklik yapılmış ve diğer maddeler yeni duruma göre yeniden düzenlenmiştir.


Yürürlükten kaldırılan 8. maddenin (a) bendi, "ulusal ve bölgesel frekans planlamalarını yaptırmayı" Üst Kurulun görev ve yetkileri arasında saymaktadır. Madde değişikliği ile bu görev Üst Kuruldan alınmakta ve tasarının 24. maddesiyle "Telekomünikasyon Kurulu" ile "Haberleşme Yüksek Kurulu'na" bırakılmaktadır.

3984 sayılı Kanun'un 8. maddesi, "görsel-işitsel iletişim alanında temel teknik düzenleme ve buna bağlı olarak gerekli izinleri verme ve bunları denetleme" görevini bir bütün olarak "özerk ve tarafsız bir kamu tüzel kişiliği" olarak örgütlenmesi gereken Radyo ve Televizyon Üst Kuruluna vermiştir. Buna göre, Üst Kurul frekans planlaması yapmak, başvuran kuruluşlara yayın izni ve lisansı vermek ve bu frekansların bir kısmını TRT Kurumuna tahsis etmek ve aynı alanda diğer izinleri vermek ve bunları denetlemekle görevlidir. Kanun'un bu maddesinde yapılan değişiklikle frekans planlamaları ve TV kanal ve radyo frekanslarının ne kadarının hangi takvime göre ihaleye çıkarılacağını belirleme yetkisi Radyo ve Televizyon Üst Kurulu'ndan alınıp, Başbakanın ve görevlendireceği bir Devlet Bakanının başkanlığında İçişleri ve Ulaştırma Bakanları ile Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri ve Genelkurmay Muhabere Elektronik Başkanından oluşan siyasi iktidarın etkisindeki bir kurula verilmektedir. Dolayısıyla frekans planlamaları ile ihale takvim ve miktarının belirlenmesi "özerk ve tarafsız kuruluş" yerine doğrudan doğruya yürütme organının etkisi altında yapılması, siyasi ve başka etkilerden uzak kalmama tehlikesini içermektedir,


Bu kurulun "bağımsız bir idari otorite" olmadığı açıktır. Bir kurulun veya kurumun bağımsız olması için üyelerinin statüsünün bunu sağlamaya elverişli olması, sadece siyasi iktidardan gelen baskılara karşı değil, başka otoritelerden ve özel çıkarlardan gelenlere karşı da koruma altında olmaları gerekir. Frekans planlamaları, yayın izni kadar hassas bir konudur. Çünkü gündemde olan değişik çıkarlar çok büyüktür. Böylesi tehlikeleri önlemek, görsel ve işitsel iletişim özgürlüğünün tanınması ve korunması amacıyla 3984 sayılı Kanun "görsel ve işitsel iletişimde temel teknik düzenleme ve buna bağlı olarak gerekli izinleri verme ve bunları denetleme" görevini bir bütün ve birinci görev olarak Üst Kurula vermiştir.

Üst Kurul 3984 sayılı Kanun'un verdiği yetkiye dayanarak ilgili yönetmelikleri çıkartmış, konunun uzmanları ve üniversitelerle işbirliği yaparak frekans planlamalarını hızlı bir biçimde 1995/Temmuz ayında tamamlamıştır. Ancak, Üst Kurula dışarıdan yapılan çeşitli müdahaleler sonucu frekans planlamaları uygulamaya konulamamıştır. Bu durum Üst Kurul üyeleri tarafından kamuoyu önünde açıkça ifade edilmiştir. Kanundaki madde değişikliğiyle yeniden başa dönülmüş, yukarıda belirtilen önemli sakıncalar da beraberinde getirilmiştir.

Özet olarak ifade edelim ki 4756 sayılı Yasa'nın, 10. maddesiyle değiştirilen 3984 sayılı Yasa'nın 24. maddesinin (1.), (2.) ve (3.) fıkraları ile, aynı (4756 sayılı) Yasa'nın 18. maddesinin, 3984 sayılı Yasanın 8. maddesinin (a) bendini yürürlükten kaldıran hükmü, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan "Demokratik Devlet" ilkesine ve 133/II. Maddesine açıkça aykırıdır.


Çünkü "demokratik", "özerk" ve "tarafsız" olması gereken bir kurum, dava konusu edilen bu hükümler ile, tamamen siyasi iktidarın kontrolüne bırakılmaktadır.

7) Yasanın 12. Maddesi, Anayasa'nın 2. ve 141. Maddelerine Aykırıdır:

4756 Sayılı Yasa'nın 12. maddesiyle 3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Yasa'nın 28. maddesinin altıncı ve sekizinci fıkraları değiştirilmiş ve maddeye yeni bir fıkra eklenmiştir.

Altıncı fıkrada öngörülen para cezası tutarı yüksek olduğu gibi üç aya kadar gelir getirici yayın yapma yasağının uygulanması durumunda bir çok radyo ve televizyon kuruluşu altından kalkılamaz ekonomik sorunlarla karşılaşacak ve yayınına son vermek durumunda kalacaktır. Ayrıca, Üst Kurulun taktirine bırakılan ceza alanının genişliği uygulamada, yorum ve değerlendirme farklılıklarına dayalı olarak eşitsizlik ve çelişki yaratacak, keyfiliğe neden olabilecektir.

Bu durum, sınırlamayada hakkın kullanımına olası müdahale bağlamında demokratik bir toplum gereklerine uygunluk ölçütü taşımamaktadır. Bu nedenle, altıncı fıkra değişikliği Anayasa'nın 2, 5, 13. maddelerine aykırıdır.

Değişik 8. fıkra ile de kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiasındaki gerçek ve tüzel kişilere tazminat davası açma hakkı tanınmakta ancak hüküm altına alınacak tazminatın alt sınırı yasa ile belirlenmekte ve böylece yargıcın takdir hakkı sınırlandırılmaktadır. Bu durum, sorumluluk konusunu düzenleyen hukukun temel kuralları ile bağdaşmamaktadır. Diğer yandan yapılan değişiklikle tazminat davalarında hakime bilirkişi atama zorunluluğu getirilmektedir. Bilindiği gibi hukukumuzda bilirkişilerin görüşü yargıçları bağlamamaktadır. Böyle bir uygulama ayrıca yargı giderlerini de artıracaktır.


Yukarda zikredilen sebeplerle 8. fıkra ile getirilen düzenleme Anayasa'nın 2. maddesindeki "Hukuk Devleti" ilkesiyle bağdaşmadığı gibi, yine Anayasa'nın 141. maddesinin son fıkrasına da aykırıdır.

8) Yasa'nın 13. Maddesi, Anayasa'nın 2., 26., 28. ve 167. Maddelerine Aykırıdır:

3984 sayılı Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkındaki Kanun'un 29. maddesi, 4756 sayılı Yasa'nın 13. maddesiyle değişikliğe uğramıştır.



SORUMSUZLUK BEYANI: Mevzuat.com başta Resmi Gazete olmak üzere çeşitli kaynaklardan içerik temin etmektedir. Bu içeriğin temini sırasında ve sonrasında Mevzuat.com'da yer alan bilgilerde: yanlışlıklar, hatalar, eksiklikler bulunabilir; eklemeler, çıkartmalar, güncellemeler, parçalara ayırmalar, içeriğin bölünmesi, format değişiklikleri, özetlemeler, yazılım/kod ilavesi, yapılmış olabilir; bilgiler güncel olmayabilir. Mevzuat.com hiçbir şeyi garanti etmemektedir, sorumluluk almamaktadır. Hangi sebeple olursa olsun Mevzuat.com'un ve içeriğinin kullanımı sebebiyle doğabilecek zararlardan Mevzuat.com, Mevzuat.com'un sahipleri ve çalışanları sorumlu değildir. Mevzuat.com'un ve içeriğinin kullanımı tamamen kullanıcının / ziyaretçinin vs. isteğine bırakılmıştır ve oluşabilecek zararlardan ve her türlü riskten söz konusu kullanıcılar / ziyaretçiler vs. sorumludur. Mevzuat.com kullanıcıları / ziyaretçileri vs., Mevzuat.com'u ve içeriğini kullandığı an bu koşulları ve sorumsuzluk beyanını baştan itibaren koşulsuz kabul etmiş sayılır. Bu koşulları ve sorumsuzluk beyanını kabul etmiyorsanız Mevzuat.com'u ve içeriğini hiçbir şekil ve surette kullanmayınız, kullandıklarınızı imha ediniz ve siteyi hemen terk ediniz. Mevzuat.com bu beyanı değiştirme hakkını elinde tutar. (Son güncelleme tarihi: 5 Nisan 2018)